İş yapmaya yönelik etik ilkeler sektör veya coğrafyadan bağımsız olarak genel ve evrensel olan iyiyi işaret eder.
Genel bir tanımlamayla, ulusal ya da uluslararası bir ekonomiden bahsederken yatırımın niteliğine, yatırımcının kimliğine ve kimi zaman da coğrafyaya bağlı olarak yapılan sınıflandırmaların her bir alt birimi sektör olarak adlandırılır. Yapılan işin niteliği, aktörleri ve mekanı açısından benzer özellikler gösteren bu türden alt birimlerin ekonomik işleyişi ve irtibatlı olduğu kurumlar farklılaştığı için her sektör için etik standartların da farklılaştığı söylenebilir.
Dolayısıyla, şeffaflık, hesap verebilirlik, adil rekabet, güvenilirlik ve piyasanın yasalarla belirlenmiş kurallarına uyma gibi temel etik kurallarının yanı sıra her sektörde faaliyet gösteren unsurlara yönelik “ek” etik standartlardan da söz etmek mümkündür.
Özellikle, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi temel insan haklarına dayanan hizmet sektörlerindeki etik standartların oluşmasında “kalite” ve “imkan eşitliği” unsuru da göz önünde bulundurulmalıdır.
Örneğin, kamu ya da özel sektör tarafından karşılansın, sağlık hizmetlerinin sunumunda zaten binyıllardır belirlenmiş etik kuralları ve bugünün dünyasında uygun kalite standartları artık belirlenmiştir denebilir. Ancak, özelikle teknolojik gelişme, ekonominin biçim değiştirmesi ve hizmet sunucu aktörlerin farklılaşması sonucu doğan yeni sektörler için temel alınacak etik kurallarının diğerlerine göre daha güncel olarak belirlenmesi gerekebilir. Dolayısıyla, sektörlerin niteliklerine dayalı bu farklılaşmalar, her sektörde evrensel etik ilkelerin yanında bir dizi yeni standartlar ve düzenlemeler ortaya konmasının yolunu açmaktadır.
Bugünün küresel ekonomisinde bu ihtiyaç çok daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Temel olarak, özellikle son otuz yıldır, pek çok sektörde hizmet sunucular kamudan özele doğru bir değişim eğilimi göstermekte, hizmet alanları çeşitlenmekte ve yeni sektörler de ortaya çıkmaktadır. Bu farklılaşma ve çeşitlenmenin getirdiği ortamda, söz konusu sektörlerin unsurları adil rekabeti, şeffaflığı ve kamuoyu önünde hesap verebilirliği sağlamak için daha özelleşmiş etik kuralları bütünleri oluşturma yoluna gitmişlerdir.
Bu türden etik standartlar bütünü oluşturma çabaları devam ederken, doğal olarak bu standartların benimsetilmesi, tabana yayılması, ve tüm sektörü kapsaması için yeni araçlar üzerinde çalışmalar da yürütülmüştür. Bu kapsamda, her sektörde genel etik ilkelerin yanında, sektöre özgü standartları da içeren teorik yaklaşımlar ortaya konmuş, bu standartların benimsetilmesine ilişkin eğitim stratejisi ve materyali oluşturma işine girişilmiştir.
İşte yukarıda “dürüstlük mukavelesi” ve “mevzuata uyum sözleşmesi” adı verilen araçlar da bu türden bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır denebilir.
Bir sektörün içinde faaliyet gösteren her bir unsurun uyması gereken ve evrensel etik kurallarına aykırı olmamak şartıyla oluşturulan bu kurallar dizisinin kimi sektörlerde bir “dürüstlük mukavelesi” ve “mevzuata uyum sözleşmesi” altında yazıya döküldüğü söylenebilir. Bu noktadan sonra bu türden bir sözleşmenin tarafı olmadan, herhangi bir unsurun sektörde varlığını sürdürmesinin zorluğu ortaya çıkmaktadır. Elbette ki bu zorluk, tanımı iyi yapılmış, faaliyet alanları ve ilişkili olduğu kurumlar daha net bir şekilde geleneksel ya da konjonktürel olarak belirlenmiş sektörlerde daha açık olarak ortaya çıkmaktadır.
Buna ek olarak, eğer söz konusu sektör tanımı iyi yapılmış sektörel/mesleksel örgütlenme ağlarını içinde barındıran bir sektörse, bu alanda ortaya konulan ve dürüstlük mukavelesine konu olabilecek ilkelere uyum, sektörün aktörleri açısından daha yaşamsal bir önem arz edecektir. Burada yapılan sektörel örgütlenme vurgusu, söz konusu etik kuralların belirli bir eğitim ve düzenleme çerçevesinde sektörün tüm aktörlerine benimsetilmesinin yolunu açabilecek araçların tasarlanabilmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla, bizim buradaki temel önerilerimizden birisi, özellikle özel sektöre yönelik etik kuralları oluşturulup yaygınlaştırılırken, en önemli işlevi, kamu gücünün yanı sıra, mesleksel/sektörel örgütlenme ve dayanışma ağlarının görmesi gerektiği yönündedir.
Bu öneri ,devletin yasa koyma, uygulama ve dayatma gücünü ikici plana atan değil tam tersine güçlendiren ama aynı zamanda da sektörlerin unsurlarını bu tasarlanma sürecine katarak onlara da bir görev ve sorumluluk yükleme amacını taşımaktadır.
Türkiye’de bu işlevi görebilecek en ideal kurumlar şüphesiz ki TOBB bünyesindeki sektör meclisleri ve onların bağlı olduğu odalar ile borsalardır. Gerek TOBB’un kurumsal kimliğinin doğrudan kamusal ve yasal olarak kabul edilmiş olması gerekse de sektörlerde faaliyet gösterenlere yönelik olarak bu çatı altında bulunmayı zorunlu kılan yasal düzenlemeler nedeniyle de siz konusu meclisler, odalar ve borsaların bu süreçte kilit bir rolü olduğu şüphesizdir. Ancak bu türden bir genel çerçeve içinde hem yukarıda bahsedilen kamu gücü ve sektörel dayanışma ağlarının işin içine birlikte dahil edilmesi hem de sektörel etik kurallarının yaygınlaştırılması, yani adil rekabet, kaliteli ve dürüst hizmet üretme, işveren-işçi ilişkisini yasal ve etik temellere oturtma gibi ilkelerin hayata geçirilmesi mümkün olabilir. Bu organizasyon yapısı içinde oluşturulan sektörel dürüstlük mukavelelerinin ilkelerinin yaygınlaştırılması, bunlara yönelik eğitim ve izleme mekanizmalarının oluşturulması izlenmesi en kolay ve etkili yol olarak gözükmektedir.
Bu yol izlenirken, Türkiye’nin en büyük sivil organizasyonlarından biri olarak TOBB, kamu otoritesinin ortaya koyduğu kurallara uyum göstermek ve yeni kuralların oluşturulmasında yol gösterici olabilmek adına öncülük edebilir. Bunu yparken, TOBB’un gerek teorik gerekse de pratik olarak bu konuya kafa yormuş, araçlar geliştirmiş, bu süreçlerin izleme ve değerlendirme mekanizmalrının nasıl kullanıldığına dair uluslar arası örnekleri inceleyerek modeller sunmaya çalışan diğer meslek örgütleri, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarıyla işbirliği içinde olmasında fayda vardır. TOBB’un tüzel kişiliğinden kaynaklanan organizasyon ve etkile gücü bu türden kurumların uzmanlıkları ile birleştiğinde sektörel etik kurallarının oluşturulmasına dair ciddi bir yapı kurulabilir. Bu raporun çıkış noktasını oluşturan kamu otoritesinin bu alandaki çabaları ve destekleri de göz önüne alındığında, özel sektörde yolsuzlukla mücadelenin araçlarının oluşturulması ve etik kuralların ekonomik ilişkilerde belirleyici olmasının yolunun büyük ölçüde açılacağı söylenebilir.
Bu türden bir organizasyon şeması içinde oluşabilecek sektörel etik kurallarının, bir tür dürüstlük mukavelesi maddelerinin, eğitimler ve izleme mekanizmaları yoluyla tabanına yayılması konusunda önemli bir örnek olarak TEİD’in, bir meslek kuruluşu olan Gümrük Müşavirleri Dernekleri ile yaptığı çalışma verilebilir.